“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” Nâzım Hikmet böyle diyor “Davet” şiirinde.
Ağacın hürlüğü ve Ormanın kardeşliği. Kimine göre ne ağaç hürdür ne de orman kardeşçe yaşar. Sonra sorular sıralanır ardı ardına.
Bir ağaç ne kadar özgürdür? Bir orman ne kadar kardeş olabilir? Orman için kardeşlik nedir? Hiç düşündüp sorguladınız mı? Ben düşündüm sordum kendi kendime.
Kocaman bir orman içinde de olsa bir ağaç, tek bir ağaç; kökü toprağa bağlı, salt toprak üstünde ve altında büyüyüp genişleyebilen, yerinden oynamadan duran bir ağaç, ne kadar özgürdür?
Sonra nedir özgürlük? İnsanlar gibi; doğru ya da yanlış, bildiğince konuşmak mı? Bağırıp çağırmak mı, kavga etmek mi, ıssızlıklarda sevişmek mi? Çalıp çırpmak mı, zengin olmak mı, her istediğine sahip olmak mı? İlle de ben mi? Yoksa koşup oynamak mı? Durmadan çalışmak mı? Büyüyüp dal budak salmak, çoğalmak mı?
Bütün bunların hepsi ya da biri bile olsa, Nâzım’ın şiirindeki ağaç özgürdür bence.
Şöyle bir düşünün. Ağaç toprağın altında dilediğince kök salmıyor mu? O kökler başka köklere karışıp, ağaçlar toprak altında sarılıp sarmalanmıyor mu? Yukarıda dalları çoğalıp uzadıkça uzayıp genişlemiyor mu? Uzadıkça, kardeş ağacın dalları ile birleşip, rüzgârla sallanıp söyleşmiyor mu? Bütün bunlar bir ağaç için özgürlük değil mi?
Hele o yaprakların sallanışındaki müzik… Hışır hışır hışırdaşırken, kim bilir neler söylüyorlar birbirlerine… Kimi zaman hızlanıp, sert dokunuşlarının sesleri yükseliyor. Kim bilir, belki de kendilerine değer vermeyenlerden yakınıyorlardır. Kimi zamanda bir şiirin, bir türkünün ve şarkının büyülü dizelerine ses oluyorlardır.
İnsanların kendilerini bir telgraf direği olarak görmelerine kızıyorlardır belki de. Belki bir yelkenli direği olmayı özleyip, uzak denizlere açılmak özlemiyle yanlar da vardır. Ağustos güneşi ve poyraz ile kavrulurken, birden güz yağmurlarıyla ıslanmak ne güzeldir kim bilir? Dağ esintileriyle serinlemiş yağmurun sularıyla yaprağını ve gövdesini yıkamak, sonra o suları toprağa katıp, onu beslemek ve derelere, göllere ulaşmasını sağlamak ne güzel.
Hele dal dala salınışları, fırtınalarda çağlayışları, dallarına yuva yapan kuşlarla, üzerlerindeki börtü böcekle söyleşileri. Hepsi birbirine o kadar iç içedirler ki; dostça , kardeşçe yaşamak bu değil mi?. Kimi ormandadır, “Kimi bir ceviz ağacıdır Gülhane parkında.”
“Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. / Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a. / Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. /Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u. / Yüz bin yürek gibi çarpar yapraklarım. / der.
Ama ne sen farkındasındır onun, ne de polis. Oysa onun derdi farkında olunmaktır. Ağaç ağaç olduğunun farkına varılmasını ister. Çünkü kendisine dokunulmasından, kesilmesinden, toprağından koparılmasından değil, gölgesinde oturulmasından hoşlanır, bir de şiirlerde insanlığa örnek alınmasından.
Sonra şöyle bir silkinesi gelir ağacın ve seslenir Nâzımca; “Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim! / Bilekler kan içinde, dişler kenetli ayaklar çıplak / Ve ipek bir halıya benzeyen toprak / Bu cehennem, bu cennet bizim! / Kapansın el kapıları bir daha açılmasın / Yok edin insanın insana kulluğunu / Bu davet bizim! / Bu hasret bizim!”…
Yaşamak bir insan gibi tek ve hür ve bir toplum gibi kardeşçesine… Ne yazık ki bu hasret yeniden, bir kere daha hasretimiz bizim.
-ALINTIDIR..
|